3 Nisan 2018 Salı

EVLAT 2


Arkadaşlar, bir doğum yapmışım ki, off sormayın. Çarmaha gerildim, öldüm, yeniden dirildim, kemiklerimi binlerce kere kırdılar, kanlarım duvarlara fışkırdı, suyum sel oldu sokakları bastı!

Tükürdüğünü nasıl yalarsın temalı doğum hikayemle karşınızdayım. Evlat 1 adlı yazımı okuyanlarınız bana muhtemel yerleriyle gülüyorlar, biliyorum. Gülün gülün, hakkınızdır. Hakettim.

Bir pazartesi gecesi beni minik minik, minnoş minnoş yoklayan sancılar eşliğinde hastaneye gittik. Yav diyorum, sancı dedikleri bu mu? Allah sizi neetmesin hemcinslerim. Kız bu kadar ağrıdan mı attınız yıllarca kendinizi yerden yere? Ya da ben çok güçlüyüm, voov. Bi avazda doğuracağım belli ki.

Neyse, hastanede doktor kontrolünden sonra sancılarımın yeterli bulunmaması sebebi ile eve yollandım. Biraz bozuldum tabi. Ertesi günkü kontrolüm için hastaneye gittiğimizde zerre uyku uyumamış, hafif sancılarla sabahı etmiş müstakbel ebeveynlerdik esas adamla. Kontrolde hastaneye yatışıma karar verildi. Salı günü saat 11:50 de sancı odasına alındım. Film başladı.

Bu kısmı ağzımdan salyalar akıtarak, korku filmi kıvamında, abartıya dahi gerek olmaksızın acı acı inleyerek anlatırdım da; henüz doğum yapmamış ve pozitif hikayelere aç kızçelere ayıbolmasın diye susuyorum. Tamamen benim fizyolojimle alakalı bir takım engeller doğumumu zorlaştırdı. Şu açılma muhabbeti; bilen bilir. Ben normal doğum diye direttikçe; açılmam olmadı. Bastılar suniyi, bastılar suniyi. En son dişlerimle çarşafları yırtıyordum. Neymiş? 'Pozitif düşün, her şey yolunda gitsin' şeysi her zaman işe yaramıyormuş; sad story. O kadar yürüdüm, hiç yatmadım, hareket et kolay doğum et muhabbetleri işte, biliyorsunuz. Zerre kadar faydasını göreydim be keşke.

Neyse, neticeye gelirsek, normal doğum yapabildim. Doğum doktorlarımın şaşırarak defalarca tebrik ettikleri, hatta diğer doktorlara anlattıkları gibi; asla bağırıp çağırmadım. Bağırmaya harcayacağım bütün enerjiyi Tuna'yı dışarı itmek için kullandım. 
Aslında hala inanamıyorum bütün o anları yaşayanın ben olduğuma. Anlatılamaz bir acı, hem de haz. Bebeğin o ilk ağlaması, onu o sesle birlikte koynunda sarıp sarmalama, saklama isteği... 
Annemi özledim doğum masasında, deli gibi göresim geldi. Oğlumun yanağını yanağıma yasladığım o sihirli zamanda, tek düşüncem; annemi ilk defa, işte tam o an anladığımdı.

Her şey bitip de küçük adamla odamıza alındığımızda, ben ilgiye aç kız çocuğuydum. Kollarımda bir bebek. Ne yani bu benim mi? Bu sorumluluğun altında ezilmez miyim hiç?

Hem çok mutluydum, hem çok endişeli. Annelik de zaten bu iki duygu arasında yaşadığın her şey, sanırım.

Ee peki lohusalık? Onu Evlat 3'e sakladım. Öyle bir kafası var, ufff, evlere şenlik, aman sabahlar olmasın, ki olmuyor da zaten. Çiş, kaka, kusmuk ve bebek zırıltısı... Uykusuzluk, mor göz altları, geleneksel lohusa topuzu...

Kırkımızı çıkarıp çok daha fazlası ile burada olacağız, hadin sağlıcakla.
(Bebesi hunharca ağlayan ananın yazıyı bağlayamadan küt diye bitirişi, ehehe, alışın.) 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder