4 Mayıs 2018 Cuma

EVLAT 3


     Eveeeet, geldik zurnanın zırt dediği o yere; lohusalık evresine. An itibariyle evladımla 51. günümün içindeyim. O meşhur ilk 40 günü atlattıksa da zırlama nöbetlerimiz ve düzensiz hayatımızda zerre kadar değişiklik olmadı. 'Hele bir ilk 40 günü atlat gerisi kolay, kırkınız çıksın da hele rahatlarsın, aman kırkı çıkmadan fazla şeyapma da sonra şeyedersin...' Eee çıktı işte. Noldu yani? Hala bir hafta önceki kadar uykusuz, ağlak ve asabiyiz.

    Bizim bücür kolikmiş. Yaşayan bilir ne menem bir dert olduğunu. Bazen öyle bir ağlıyor ki, sanki babasını öldürdüm,kendisini otobanda dilendiriyorum. Tabi her ağlamasını illa bir şeye yoruyoruz: Aç mı acaba, altı pis kesin, ay acaba ağzı pamukcuk mu oldu, kız acaba tutarken bi yerini mi incittim,gazı var gazı, gaz değil naz naz...

       Çok bodoslama daldım yazıya farkındayım. Nasıl başladı her şey? Hastaneden eve geldik, misler gibi yıkanmış yepyeni nevresimlerin içine yatırıldım önce. Sonra, süt arttırma temalı ne kadar yiyecek içecek varsa hepsine maruz bırakıldım. Garip garip tatlılar, şerbetler, çaylar... Bir yandan henüz kendine gelmemiş mütemadiyen uyuyan bir bebek söz konusu. Uyandırıp beslemek de bebek oyuncağı. Ne kolay kız buna bakması diye ortalarda kikirdeyen bir taze ana... Hastanede gecesi gündüzüne karıştığından sebep; eve geldi geleli durmaksızın uyuyan bir baba...

    Bu durağan haller çok sürmedi pek tabi: Tuna ikinci haftası itibariyle dünyaya geldiğini farkederek hayatımıza sağlam bir giriş yaptı. İlk ağlama nöbetimizde aşırı panik yaptık, neredeyse biz de ağladık. İkinci de daha sakin, üçüncü de soğukkanlı derken şuan o ağlarken sohbete devam edebilecek kıvama geldik. Ebeveynlik❤️

    Bir yenidoğanla annesi arasındaki bağ çok acayip. Lohusalık olayı da bu acayip bağdan sebep varolmuş; bakın anlatayım. Şimdi bilimsel olarak o salgılanan hormonlar, hormonların isimleri, tıbbi bilmem nesi benim uzmanlığıma girmiyor takdir edersiniz ki. Ben sadece işin alaylı kısmından, biraz da alaylı bir şekilde bahsedeceğim. Şimdi, minnoş birer hamileyken zihinlerimizde beliren görüntüler bir bebeğin en az beş aylık olmuş, agucuk bugucuk, gülmeli sevmeli halleri idi. Yani bakın hiçbir bebek ürünü reklamında bir yenidoğan oynatmazlar,fotoğrafını kullanmazlar. Bebek deyince aklımıza yenidoğanın şiş suratı, dokunmaya çekindiğin minnacık bedeni, pul pul derisi gelmez aklımıza. Ya bakın sakın muhalefet olmayın, öyle işte. Doğadaki diğer bütün canlılara göre insan yavrusu prematüre doğuyor, 3 ay erken. Neyse işte, bi doğuruyoruz; ta taa; hayatlar: 
Önce bir şey anlamıyorsun aslında, etraf bir dolu insan, tebrikler, avuç kadar bebeği yalandan sevmeye çalışanlar, bilmem neler...

Sonra diyorsun, bu çok küçük, ne zaman büyür ki?

Gülmek yok, agu bugu yapmak yok, sevgine karşılık bir yüz ifadesi, bir dokunuş, ne bilim işte o uykusuzluktan göz kapaklarını kesmek üzere olan anaya en ufak bi teselli yok. Sadece emen, ağlayan ve altını pisleyen bir canlı. Gazlı bir de sıpa.

     Bakın bir lohusa, bunun geçici bir evre olduğunu kavrayabilecek kapasitede asla değildir o anlarda. Orada, o anda, o uykusuzluk halinde ve o bebeğin o yenidoğan hali ile ilelebet kalacağına inanır. Sonra neymiş, anne bebekten soğumuş, anne bunalıma girmiş. Niye? Hormonlar. Bırak allasen. Bildiğin karşılıksız aşk ve onun acısı.
     Gerçekten hayli zor bir bebeğe bakmak. Öyle okullarda falan öğrenilmiyormuş hehee, bakınız evlat 1. Teoride her şey çok pürüzsüz. "Bebeğime emzik vermeyeceğim." Ulan var ya, elimde emzik köle oldum alsın diye, çokomele batırıp vermeme az kaldı. 
"Asla sallamayacağım." 
Hehe, gel uyut sallamadan, gel ya valla çekinme, al yapabiliyosan çocuğu komple sana verecem, al valla al. 
"Çocuğu kat kat giydirmeyeceğim, serine alıştıracağım." 
Furkan sence bi çorap bi patik yeterli mi? Evet hem hırka hem yelek giydirdim. Yok be, ben üşüyom, sovuk hava baksana. (mayıs) 

     İşte öyle arkadaşlar. Biz de bu kervanın yolcusuyuz artık. O gülecek, güleceğiz. Ağlarsa ondan daha çok üzüleceğiz.
Kanun bu.
     Çok iyi bir anne olamam muhtemelen. Ay ben gülerim:
Çizdiğim profil instagram annelerini tarafıma sövdürecek kadar savruk. Henüz kendisi çocuk olan, çocuk kalmak isteyen bir anan var yavrum, üzgünüm. O oyunların hepsini seninle gerçekten oynayasım geldiği için oynayacağım. 😂
     
     Hah, adamımız da uyanmış. Binayı ayağa kaldırmadan gideyim. 
     Annelik rocks!😎





3 Nisan 2018 Salı

EVLAT 2


Arkadaşlar, bir doğum yapmışım ki, off sormayın. Çarmaha gerildim, öldüm, yeniden dirildim, kemiklerimi binlerce kere kırdılar, kanlarım duvarlara fışkırdı, suyum sel oldu sokakları bastı!

Tükürdüğünü nasıl yalarsın temalı doğum hikayemle karşınızdayım. Evlat 1 adlı yazımı okuyanlarınız bana muhtemel yerleriyle gülüyorlar, biliyorum. Gülün gülün, hakkınızdır. Hakettim.

Bir pazartesi gecesi beni minik minik, minnoş minnoş yoklayan sancılar eşliğinde hastaneye gittik. Yav diyorum, sancı dedikleri bu mu? Allah sizi neetmesin hemcinslerim. Kız bu kadar ağrıdan mı attınız yıllarca kendinizi yerden yere? Ya da ben çok güçlüyüm, voov. Bi avazda doğuracağım belli ki.

Neyse, hastanede doktor kontrolünden sonra sancılarımın yeterli bulunmaması sebebi ile eve yollandım. Biraz bozuldum tabi. Ertesi günkü kontrolüm için hastaneye gittiğimizde zerre uyku uyumamış, hafif sancılarla sabahı etmiş müstakbel ebeveynlerdik esas adamla. Kontrolde hastaneye yatışıma karar verildi. Salı günü saat 11:50 de sancı odasına alındım. Film başladı.

Bu kısmı ağzımdan salyalar akıtarak, korku filmi kıvamında, abartıya dahi gerek olmaksızın acı acı inleyerek anlatırdım da; henüz doğum yapmamış ve pozitif hikayelere aç kızçelere ayıbolmasın diye susuyorum. Tamamen benim fizyolojimle alakalı bir takım engeller doğumumu zorlaştırdı. Şu açılma muhabbeti; bilen bilir. Ben normal doğum diye direttikçe; açılmam olmadı. Bastılar suniyi, bastılar suniyi. En son dişlerimle çarşafları yırtıyordum. Neymiş? 'Pozitif düşün, her şey yolunda gitsin' şeysi her zaman işe yaramıyormuş; sad story. O kadar yürüdüm, hiç yatmadım, hareket et kolay doğum et muhabbetleri işte, biliyorsunuz. Zerre kadar faydasını göreydim be keşke.

Neyse, neticeye gelirsek, normal doğum yapabildim. Doğum doktorlarımın şaşırarak defalarca tebrik ettikleri, hatta diğer doktorlara anlattıkları gibi; asla bağırıp çağırmadım. Bağırmaya harcayacağım bütün enerjiyi Tuna'yı dışarı itmek için kullandım. 
Aslında hala inanamıyorum bütün o anları yaşayanın ben olduğuma. Anlatılamaz bir acı, hem de haz. Bebeğin o ilk ağlaması, onu o sesle birlikte koynunda sarıp sarmalama, saklama isteği... 
Annemi özledim doğum masasında, deli gibi göresim geldi. Oğlumun yanağını yanağıma yasladığım o sihirli zamanda, tek düşüncem; annemi ilk defa, işte tam o an anladığımdı.

Her şey bitip de küçük adamla odamıza alındığımızda, ben ilgiye aç kız çocuğuydum. Kollarımda bir bebek. Ne yani bu benim mi? Bu sorumluluğun altında ezilmez miyim hiç?

Hem çok mutluydum, hem çok endişeli. Annelik de zaten bu iki duygu arasında yaşadığın her şey, sanırım.

Ee peki lohusalık? Onu Evlat 3'e sakladım. Öyle bir kafası var, ufff, evlere şenlik, aman sabahlar olmasın, ki olmuyor da zaten. Çiş, kaka, kusmuk ve bebek zırıltısı... Uykusuzluk, mor göz altları, geleneksel lohusa topuzu...

Kırkımızı çıkarıp çok daha fazlası ile burada olacağız, hadin sağlıcakla.
(Bebesi hunharca ağlayan ananın yazıyı bağlayamadan küt diye bitirişi, ehehe, alışın.) 


1 Mart 2018 Perşembe

EVLAT 1


Henüz kucağıma almadığım bir kuzucuğun annesiyim ve muhtemel hadiseye ramak kaldı; her an piyasaya sürebilirim bu küçük adamı.

Hamilelik dünyanın en normal vakası iken; insanın kendi başına gelince "Bu nasıl bir mucize,ulan içimde insan büyüyor, Allah'ım sen aklımı koru!" kıvamında seyir ediyor. Kendimi cam fanuslara kapatıp, pamuklara saracaktım az kalsın. Tabi yapmadım sevgili okur; zira ilk üç ayım lavabo kenarlarında, afedersiniz, öğüre böğüre geçti. Bir de kafein bağımlılığımdan mütevellit bir baş ağrısı illeti ki sorma gitsin. Beş kilo verdim sanki öncesinde pek yapılı bi' şeymişim gibi, oldum mu sana 45 kiloluk bir köşe yastığı. Nerede sabahsa orada akşam oldu. Kanepenin ahanda bu köşesinden şu köşesine üç saat arayla geçtim.

Sonra hamileliğin balayı diye addedilen ikinci üç aylık döneme girdim ve sağlıklı beslenme konusunda kendi rekorumu kırdım. Gelsin balıklar gitsin semizler, pırasalar ıspanaklar, efendime söyleyeyim pekmezler, çiğ kuruyemişler, haftada beş kilo ev yoğurdu... Hayret bi şey bu bebiş bana naptı böyle, derken... Son üç aylık periyodun aniden gelen göz dönmesi ile sağlıklı sağlıksız asla fark gözetmeksizin iki dakikada her türlü boy ve ebattaki yiyeceği midesine indirme yetisine sahip bir yaratığa evrildim. Kız o nasıl bir iştah. Doyma duygum yok oldu, valla abartmıyorum. Ha iki tabak, ha beş tabak. Bana mısın demiyor.13 kilo aldım, aslında, tahtalara vurayım, bu performansın ederi en az 25 kiloydu. Yine de, bu lale devri lohusalıkla birlikte son bulur inşallah. Hani bebesini doğurup zırt diye incecik ortalarda dolanan hatunlar var ya, bi de utanmadan "Şurda azcık karnım kaldı yaaee.." falan derler, işte onlardan olup utanmadan olmayan kilosundan şikayet eden bir taze ana olmak istiyorum.

Şimdi gelelim hamileliğin manevi yönüne. Zor geçen bir iş tecrübesinin hemen ardından, başlarım len böyle kariyerin ızdırabına, deyip ev hanımı olmaya karar verişimin akabinde dahil oldu bu minik adam dünyamıza. Ben evime nasıl hasretmişim ama. Zerre sıkılmadım kendimle başbaşa. Filmler, diziler, kitaplar, kendin yap projeleri, yazmalar-çizmeler. Özlediğim her şey hamileliğimde kavuştuklarımdı. Çoğu günü esas adamınkinden başka bir surat görmeden bitirdim. Nasıl bir saadet! Sıkılmışım insanlardan, o keşmekeşten, koşturmacadan. Ruhumu doyurdum belki ömrümde ilk kez ve bu da minik adamın rahmime kondurulduğu o güzel sürece denk geldi. Eğer, annenin ruh hali bebeğin ilerdeki karakterine tesir ediyor efsanesi doğru ise; yaşadık dostlar.

Zaten doğsun da bi sağlıkla hele, soranlara diyeceğim; herkesin çocuğu gibi bizimki de en zeki, en güzel, en akıllı. Bu işin raconu bu, evlat işte, daha karnındayken tekmesini övüyorsun, böyle güzel tekme atılır mı hey maşallah, seni yaradana kurban olurum!

Hanedanın varisi olacak şehzadeyi doğurmuş havasında gezen, el kadar bebeklerine taşlı tüllü pullu acayip bi bi şeyler giydirip zavallının daha açılmamış gözleri ile verdiği 50 pozu sosyal medyasından gerine gerine paylaşan hatunları da anlıyorum şimdi. Acayip bir sevgi seli bu. Doğmamış bebeğin kokmayan kıyafetlerini koklayıp ağlıyorum ayol, kimse mantık aramasın annelik müessesesinde.

Neyse, anlatmadığım ne kaldı du bi düşüneyim.  Hah, eğitimli bir gebe olduğumu söylemiş miydim? Gebelik okulunu bitirdim ben, lütfen yani, anneliği işin uzmanlarından öğrendim. Sertifikam var yahu. İlerde bebeme "Sana daha iyi bir anne olayım diye karnım burnumda okullara gittim ben, ah ah!" diyeceğim. Şaka bir yana, nasıl işime yaradı o eğitim bilseniz. Ben hiçbir şey bilmiyormuşum. Ee tamam, ilk çocuğum bu falan ama, öyle bir şey değil işte. Bildiklerim de yanlışmış. Bi kere doğum korkusu had safhada olan biriydim, şimdi geçti gitti. Ne doğum anıları dinledim zamanında, illa ki vardır içinde abartısı olmayanı da ama ne bileyim... Çarmaha gerildim, öldüm, yeniden dirildim, kemiklerimi binlerce kere kırdılar, suyum sel oldu sokakları süpürdü... Sakin olunuz efenim. İnsanlar tarlada çömelip doğuruyor, bağını zınk diye kesip tarla işine devam ediyor, imiş. (Bu da şehir efsanesi de,neysee, inanalım bari.)

Eveeet, sanırım anlatacaklarım şimdilik bu kadar. Tuna beyle bir vücutta geçen son günlerimiz. Kime benzeyecek bu sıpa konulu düşlerimiz ile toz pembe bakıyoruz hayata esas adamla. Hayırlısı ile alırsam kucağıma, bir başka korku hikayesi olan şu lohusalık evresini irdeleriz beraber, baya eğlenceli! Ev tımarhaneye dönüyor diyollaaa. Olsun be, değmez mi? Şu tekmeye baksana,anası kurban olsun, var mı böylesi?! 😅