22 Nisan 2015 Çarşamba

Anı

         Lisede; sınıftan tamamen bağımsız, kimseciklerle muhatap olmayan bir arkadaşımız vardı. Sınıf öğretmenimiz, gizliden beni yanına çağırıp, o arkadaşımızla ilgilenmem ve onu sosyalleştirmem konusunda beni görevlendirdi. Neticede sınıfın sosyallik sınırlarını zorlayan yegane kişisi bendim.
        Söz konusu arkadaşla iletişim hususunda hiçbir problem yaşamadım. Diğer kızlarla makyaj ve moda trendlerinden konuşan ben; onunla evrenin işleyişine ilişkin derin sohbetler ediyordum.Yalnız hatun inatla benden başka kimseyle diyalog kurmuyordu. Ulan, dedim bir gün kendi kendime. Ulan ne yapsam da bu kızı sosyalleştirsem, dedim.
       Bir okul çıkışı kızcağızı zorla okuldan arkadaşların takıldığı kütüphaneye götürdüm. Hani kütüphane ama kafe tadında bir mekan. Neyse işte orada bununla internet alemine hızlı bir dalış yaptık. Sıkılıyorum da habire bilimsel ve felsefi sohbetler etmekten,araştırmalar yapmaktan. Dedim,kanka senle Counter atak mı bi' el? Counter o dönemin efsane oyunu. Kız ne bilsin kendisini bekleyen tehlikeyi. Kabul etti... 
       Aradan bir kaç hafta geçti.Ben ve malum arkadaş dersleri asmaya başladık. Öğretmen soruyor "Yahu bunlar neredeler? Hadi Ayşegül neyse de xxxxx hayatta asmazdı dersleri." Diyorlar "Hocam onlar bu aralar kütüphaneden ayrılmaz oldular." Öğretmen gönderiyor iki öğrenciyi kütüphaneye, bizi çağırttıracak. Çocuklar bakıyorlar ki ; ben ve oyun partnerim çıldırmışçasına Counter oynuyoruz. Gözümüz dünyayı görmez olmuş. O suskun, insanlarla göz teması kurmaktan çekinen hatun, oyunu oynarken vahşileşiyor, tutmasalar klavyeyi kıracak. 
       Neyse işte bu iki hafiye şaşkınlık içinde gidip öğretmene durumu izah etmiş.
       Ertesi gün yanına çağırıldığım öğretmen tarafından xxxxx ile bir daha muhatap olmam yasaklandı. 
       Bu da böyle bir anımdır. 

17 Nisan 2015 Cuma

Herhangi Biri

       Adı Mehtap. Soyadını bir türlü hatırlayamadım.Bir kaç defa evlerine gitmişliğim de var. Babası hastaydı. Benim babam da hastaydı, oradan kurduk galiba ilk yakınlığı. Bir ablası vardı, aynı kendisi, belki biraz daha toplucası. Annesi? Hayret, annesine dair hiç bir iz yok belleğimde. Muhtemelen o da kızları gibi bembeyaz bir kadındı.
        İlkokul arkadaşım Mehtap.Nasıl naif, nasıl korunmaya muhtaç. Ben Zeyna'ydım, o Gabriella. Her daim titreyen telaşlı parmakları soluk mavi önlüğümün düğmelerini çekiştirirdi. Sesi incecik, kendisi minicik.
        İlk dostlarımdan Mehtap. Taşındılar,okulunu değiştirdi. Ya da ben mi öyle hatırlıyorum?Sıkça üzerinde çalıştığım arkadaş listeme zirveden giriş yapanlardan sonra,ben mi onu gitti kabul ettim acaba? Yok canım,gitmese mutlaka küsüşürdük,hatırlardım.
         Yaşım yirmi beş. Dün dolmuşta Mehtap'ı gördüm.Allah'ım,bir insan evladı hiç mi değişmez? Aynı bembeyaz çehre,aynı kumral düz saçlar,aynı telaşlı parmaklar. Parasını bana doğru uzatıp; "Şurdan bi kişi yollar mısınız?" dedi. Gülümsedim, "Tabi!" dedim. Parasının üzerini avucuna koyarken, telaşla kıpırdayan beyaz parmaklarına baktım, küçük kalbimle çokca sevdiğim minik arkadaşımın asla değişmemiş olan parmaklarına...
         Kendimi tanıtmadım.Hatırlamayacaktı çünkü.Ben onlu anılarımı heyecanla ona sunarken,o hayretle süzecekti beni. Bu kız bunca şeyi nasıl taşımış bunca yıl zihninde,diyecekti. Onun tek hatırladığı,çilli ufacık bir kızın oğlan çocuklarına sürekli kafa tutması olacaktı. Ee bunu da anı diye dillendirmesi ayıptı,susacaktı.
          Adı Mehtap. Dolmuştan inerken takılıp düştüğümü görüp; "Ne sakar kız."  diye düşünen, beyaz parmaklı, herhangi biri...